Bizden Saklanan Ne

Dünyanın güneş etrafında döndüğünü iki bin yıl boyunca halktan saklamayı başaranlar başka neleri saklıyor olabilirler?

Sisamlı Aristarkus (MÖ 310-230) Güneş Merkezli Teoriyi savunan bildiğimiz ilk isimdir.

Ay ve Güneş’in Büyüklükleri ve Uzaklıkları isimli kitabı bugüne ulaşmayı başaramaz. Neyse ki onu referans olarak gösteren yazılı kaynaklar sayesinde ondan ve teorisinden haberdar oluruz. Bunların en bilineni Arşimet’ ‘in Kum Hesaplamaları kitabıdır.

“Sen (Kral Gelon) senin de bildiğin gibi ‘’evren’’ birçok gökbilimcinin dünyanın da merkezi olan alana verdiği isimdir ve yarıçapı dünyanın merkezi ile güneşin merkezi arasındaki doğrunun uzunluğuna eşittir. Bu hesaplama şu ana kadar gökbilimcilerin ortak görüşüdür. Fakat Aristarkus’un hipotezler içeren kitabındaki varsayımların bir sonucu olarak aslında evrenin sanılandan çok daha büyük olduğu iddia ediliyor. Hipoteze göre sabit yıldızlar ve güneş hareket etmezken dünya belirli bir yörüngede güneşin etrafında dönüyor, güneş merkezde yer alıyor ve sabit yıldızlar güneş ile aynı merkezin etrafında duruyor.[
Arşimet Kum Kitabı’ndan

İki bin yıl boyunca yöneticiler tarafından kullanılan bağnazlar, gerçeği ortaya çıkarmak için çalışanları katleder.

MÖ 305’de kurulan İskenderiye Kütüphanesi 700 sene boyunca bilimin, felsefenin ilerlemesine hizmet ettikten sonra yok edilir. İçindeki 150 bin cilt el yazması eser, altı ay boyunca hamamlara taşınarak yakıldığı rivayet edilir.

Gallileo, güneş merkezli çalışmaları nedeniyle 1615’den itibaren engizisyonun tehditleri ve yargılamalarıyla uğraşır. Muktedirlerin baş tacı ettiği, bugünkü vahşi düzenin sistematiğini kuran Aristo’ya alaycı yaklaşımı ile kilisenin okları üzerine çevrilir. Canını kurtarmak için bir daha asla bu konularda çalışmayacağına ilişkin bir anlaşma imzalamak zorunda kalır.

Birileri, güneş merkezli sistem yerine Aristo’nun dünya merkezli teorisini toplumlara dayatır. Bu insanlığa yapılan inanılmaz bir kötülüktür. Kopernik, Kepler ve Newton yıllarca konu hakkında zulüm gören, hayatını kaybeden bilim insanlarının haklılığını artık kimsenin saklayamayacağı şekilde kanıtlar.

Bugün biliyoruz ki güneş sistemi de kendi yörüngesinde hareket ediyor.

Bazı bilim insanları, güneş sisteminin bir tam turunun 24 bin ile 26 bin yıl sürdüğünü hesaplıyorlar. Bu tur sırasında ona eşlik eden dünyanın, iki-üç bin yılda bir iklim değişikliklerine, yerkürenin hareketlenmesine maruz kaldığını da ekliyorlar.

Ki bu teoriye göre günümüzde yaşanan iklim değişikliklerinin önemli bir kısmının, insan eliyle değil dünyanın doğal döngüsü sebebiyle gerçekleştiği anlamına geliyor.

Aynı bilim insanları, manyetik çekim değişikliklerinden ötürü belli periyotlarla yerkürenin kısa bir süre için dönmeyi bıraktığını sonra da aksi yönde dönmeye başladığını söylüyor. Bu durma sırasında aynı fren yapan arabalarda insanların öne fırlaması gibi suların karalara doğru hareketi olacağını ve sonrasında da güneşin batıdan doğacağını da ekliyorlar. 

Bu iddia özelikle okyanus kenarında yaşayan kimi ülkeler için büyük bir tehlikenin kapıda olduğu anlamına geliyor.

Dinlerde kıyamet olarak geçen depremlerin artması, surun çalması(kutuplardan gelecek tiz ses dalgası), 3 gün süren gece veya gündüz, güneşin batıdan doğması aslında dünyanın bin yıllar içinde rutin olarak tekrarladığı bir doğa olayı olmasın?

Şu an dünyada kıyamet öncesi büyük bir savaş kopacağına dini nedenlerle inanan milyarlarca insan var. Ve bu insanların seçtiği yönetimler insanlığı büyük bir kaosa doğru sürüklüyor.

Birileri, gerçekleri saklayıp dinleri kullanarak insanları Bir Kıyamet Savaşı’na inandırmış olabilir mi? Dini için savaştığını zanneden tüm taraflar aslında insanlığı karanlıkta bırakmaya niyetlilerin piyonları mı?

Not: Deprem sırasında ordunun hızlı hareket edememesinin nedeni, Kıyamet Öncesi Bir Savaş içinde olduğunu zanneden ve kendisinin beklenen kutsal bir varlık olduğuna inanan bir kişinin paranoyası olabilir mi?

Morrison Demirel Ne Demek

Demirel, İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’nden 1949’da mezun olur.

Elektrik İşleri Etüd İdaresinde 1950’de çalışmaya başladıktan sonra sulama ve elektrik konularını araştırması için ABD’ye gönderilir. Dönüşünde, Seyhan Barajı proje mühendisi iken Adnan Menderes’in dikkatini çeker ve 1954’te DSİ’de Barajlar Dairesi Başkanlığına, 1955’te ise DSİ Genel Müdürlüğüne atanır.

Bu arada Eisenhower Vakfı bursiyeri olarak yeniden ABD’ye gider.

Temmuz 1960 dönüşünde askerliğini yapmak üzere görevinden ayrılır (Bu sırada kendisini keşfeden Menderes’e olanlar olmuştur)

1962-1964 yılları arasında serbest müşavir-mühendis olarak çalışmaya başlar ve artık Amerikan Morrison Knudsen İnşaat ve Mühendislik Firması’nın temsilcisidir. Firma, 1954 yılında Boğaziçi Köprüsü’nün ilk projesini ve ardından Ereğli Demir Çelik Tesisleri ile Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin bazı tesislerinin yapımını üstlenmiştir (Genç, bürokrat Demirel’i o dönemden tanırlar; zaten burs bunun üzerine verilmiştir)

1962’de  Adalet Partisi’ne girer ve Genel İdare Kurulu’na seçilir.

1963’de eski cumhurbaşkanı Celâl Bayar şartlı olarak serbest bırakılır. Bu tahliyeyi protesto edenler Ankara’da parti binasına saldırır. Çıkan olaylardan korkan Demirel aktif siyasetten çekilir. Bu onun şapkasını bırakıp ilk kaçışıdır.

Johnson Mektubu

Kasım 1963 Abd başkanı Kennedy suikaste uğrar.

Yardımcısı Johnson boşalan başkanlık koltuğuna oturur.

İnönü ile istediği tonda bir ilişki kuramaz. Türkiye’de artık genç, batı ile diyalog kurabilecek bir lider ile muhatap olmak istediğini dillendirdiği konuşmaları basına sızar.

5 Haziran 1964 İnönü’ ye Johnson Mektubu gelir. Bu mektup Amerika -Türkiye ilişkilerindeki ilk büyük kırılmadır.

Sert ve kaba üslupla yazılmış, aşağılayıcı ifadeler bulunan bu nota kamuoyu ile paylaşılmaz. Mektubun içeriği özetle “sen kimsin de Kıbrıs’a müdahale edersin” dir.

Adalet Partisi Genel Başkanı’nın Şüpheli Ölümü

27 Mayıs Darbesi’nde Ragıp Gümüşpala 3. Ordu Komutanıdır.

Haziran 1960’da Genel Kurmay Başkanlığı’na atanır. Darbeye karşı olduğu bilindiği için Ağustos 1960’da emekli edilir.

Şubat 1961’de kurucularından olduğu Adalet Partisi’nin genel başkanı olur.

6 Haziran 1964’te (Johnson mektubundan bir gün sonra) Ortaköy’de bir otel odasında ölü bulunur.

Demirel’in Adalet Partisinin Başına Geçişi

Süleyman Demirel, Adalet Partisi Genel Başkanı’nın ölümünden sonra partiye geri döner.

Kasım 1964 Barajlar Kralı olarak basında öne çıkarılır ve partinin ağır toplarına rağmen kendini parti başkanı yaptırmayı başarır.

Sağın Bölünmesi

AP, tüm halk desteğini Demokrat Parti-DP tabanından alır. Oysa Demirel, eski DPlilerin yasağının kaldırılmasını isteyenleri 1969’da partiden tasfiye eder. Parti içi demokrasiye önem vermemesinin cezasını kendi milletvekillerinin muhalefetle beraber hareket etmesi ile öder. Güvenoyu alamaz ve başbakanlıktan istifa etmek zorunda kalır.

Bu süreçte izlediği hırslı politikalar Adalet Partisi’nden DP kökenlilerin ayrılmasına yol açar. Bu süreçte partinin daha İslamcı kanadı, Necmettin Erbakan’ın kurduğu Milli Nizam Partisi’ne katılır.

Demirel’in hırsı sağ kanadı ve dolayısıyla güçlü iktidar-irade şansını ortadan kaldırmış olur. Bundan sonrası Türkiye’yi büyük acılara ve kaosa sürükleyecek 1970-1980 arasıdır.

Dik dursa birçok problemin kendiliğinden hallolabileceği her aşamada şapkasını alır ve kaçar. Hırsı cesaretinden büyüktür. Dün dündür bugün bugündür diyerek izlediği siyasetle 7 farklı hükümetle 10 yıl 5 ay başbakanlık ve 7 yıl Cumhurbaşkanlığı yapar.

Not

Demirel insanüstü hafızaya sahip biriydi. Muhtemelen üstün yetenekli bu Anadolu genci, ABD’de özel olarak eğitildi. Kendisinin farkında olmadığı tekniklerle etki altında bırakıldı. Bugün artık, bu tekniklerin neler olduğunu, bilimsel olarak insanların karar alma süreçlerinin nasıl etkilendiğini merak eden herkes biraz araştırmayla öğrenebilir.

Ülkeyi baştan sona barajlarla, limanlarla kalkındıracağını düşünen ve Gap’ı gerçekten kendi şahsi projesi sanan bir Başbakan’dan bahsediyoruz.

Abd güdümünden çıkıp yatırım için başka kaynaklara yöneldikçe kendisini iktidara oturtanların çelmesine takıldı. Bir liderde olması gereken gözü pekliğe sahip olmaması bu ülkeye büyük bedeller ödetti.

Hırslı tabiatı ve aslında gerçek anlamda hak etmeden oturduğu koltuk Demirel’in parti içinde parlayan herkesi geri plana itmesine sebep oldu. Kendisine karşı çıkmayacak, parti içinde muhalefet yapamayacak kişileri hak etmedikleri koltuklara oturturken vatansever, demokrat, iyi eğitimli Adalet Partilileri haklarını vermeden kullandı.


Bağımsız Cumhurbaşkanı Seçelim

Çok acayip zamanlardan geçiyoruz. Birileri bizi saçma sapan bir tuzağın içine doğru sürüklemeye çalışıyor. Ne kadar boş bir iş?

Kadın Çağı geldi. Korkuları bundan. Bakın egemenlerin sahip olduğu Dünya Medyası’nda İran neden haber olmuyor.

Gezi’de Taksim Meydanı’ndan 24 saat canlı yayın yapan Cnn nerede?

İran’da bir halk tam 90 gündür canla başla direniyor. Bunu beklemiyorlardı. Tüm hesapları bozuldu. Batı’nın kukla rejimi ellerinden kayıp gidiyor şükürler olsun.

Afganistan’da Taliban tekrar iktidarı ele geçirdiğinde Afgan ordusu savaşmadı bile. Amerik*’nın eğittiği tüm askerler Türkiye’ye getirildi. Neden?

Batı, Taliban ile yeni ekonomik anlaşmalarını yapıp kenara çekildi. Meslek sahibi o Afgan kadınları bırakın çalışmayı yanlarında bir erkek olmadan evlerinden bile çıkamıyorlar.

Tüm bunlar olurken Cumhurbaşkanı adayı olacağım diye ortada gezen ana muhalefet lideri ne yapıyor? Anayasanın kadınları kısıtlamaya yol açacak maddesini onaylayacağım diyor. Üstelik konuyu da kendi gündeme getirip ardından ayağının tozuyla Amerika’dan icazet almaya koştu.

Gelin bağımsız bir Cumhurbaşkanı seçelim. 81 ilden de 81 bağımsız kadın milletvekili sokalım meclise. Hadi birlik olalım.

Birliğimiz Kutlu Olsun

“Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!”

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabı’nda bahsedilen kan, ırkçılıktan çok farklı bir gerçeğe işaret eder. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, derin okumaları ve hayat tecrübesi ile insanlığın potansiyeli üzerine müthiş sezgileri olan bir şahsiyet. Dna’nın görevinin, işleyiş mekanizmasının farkında; bizzat Dna açılımlarını tecrübe ettiği anlaşılıyor.

İnsanlık yeni bir döneme geçiş yaparken eskinin baş aktörleri zorla tutunmaya çalışıyor ama nafile:) Toplumları bölerek, korkutarak en temel haklarımızı gasp etmeye çalışanların maskeleri tek tek düşüyor.

İçinizi ferah tutun. Her ne olursa olsun Anadolu en güvenli yerlerden biri. Dna’mızda bu toprakların kadim hafızası mevcut.

İşte tam da bu yeni dönemde adil, insan olmaya yakışır bir yönetim için birlik olma, konuşma, düşünme, plan yapma ve kamuoyu oluşturmaya ihtiyacımız var. Hep beraber toplumsal yaşayış kılavuzlarını hazırlama zamanı geldi.

Bazılarımızın görevi başladı. Kimimiz yanlışlara dikkat çekiyoruz kimimiz yeni bakış açıları getiriyoruz. Kısaca bir yandan zararlı ve toplanması gereken otları işaret ediyor bir yandan yeni tohumlar ekiyoruz.

Bazılarımız henüz bekleme halinde ve neyi beklediğini tam olarak bilememenin gerginliği içinde. Bu durumda yapılacak en sağlıklı şey gevşemek. Bilinç üstüne çıkmak isteyen bilgi, kendisini en rahat gevşemiş bir bedende ifade eder. İçinizde böyle bir his taşıyorsanız gevşemenin yollarını arayın.

Dna kodları açılmaya niyet ettiyse önünde hiçbir güç duramaz. Gergin bir beden, bu açılışı travmatik hale getirir. Nefesle, yürüyüşle, namazla, tefekkürle, doğayla, meditasyonla ya da sizi her ne gevşetiyorsa…

Bireyler gevşedikçe toplumsal gerginlikler de azalıyor ve birbirimize güvendikçe ilerleyiş kolaylaşıyor.

Uyanışımız, birliğimiz yani Dna açılımımız kutlu, mutlu olsun :))

Temkinli Gayret Zamanı

Dünya üzerindeki mevcut kurumların tıkandığı artık çok net görünüyor. Beklenen çöküş süreci ister kasıtlı olsun ister doğal hızlandı.

Burada kim ne yaptı, bedel ödetelim derdine düşmeden önce yapılması gereken acil işler var.

Tarihi iyi okuyunca anlaşılan ilk şey şu:

Zor dönemlerden işbirliği yapanlar, yardımlaşmayı ve paylaşmayı becerenler güçlenerek çıkıyor. Bu açıdan bakınca dünyanın doğusu batısından daha avantajlı gibi görünse de kim uyanan insanlığa karşı baskı uygulamaya kalkarsa bedelini ağır ödeyecek.

Batı halkları bakalım bu kışı nasıl atlatacak? Uzun zamandır refah ekonomisine alışmışlardı. Yorganı ayaklarına göre çekmeye alışabilecekler mi? Yoksa ilkel korkularının bir yansıması olan ırkçılığa gene mi teslim olacaklar?

Açıkçası İngiltere dünya tarihine enteresan bir örnek olarak geçecekmiş gibi duruyor. Dünyayı sömüren bu zihniyet batan Avrupa gemisinden çok hızlı bir şekilde çıktı. Görünen o ki ABD ile bağları koparmaktan da kaçınmayacak. Uzaklarla ittifak yapma peşinde olsa da coğrafi gerçeklerle karşılaşmaya başladı bile. Hiç bilinmez belki kafalarında yeni, uzak coğrafyalara yerleşmek bile olabilir. Siz onların yerinde olsanız iklim krizinin içinde güvenli liman olarak nereyi veya nereleri seçerdiniz?

Ülkece çok daha temkinli olmamız gerekiyor. Hem içerde yeniden tesis edilmesi gereken bir cumhuriyete sahibiz hem de coğrafi açıdan güvenli bir geçiş noktası olarak görünen Anadolu’ya göz dikenler var.

Bugün kadın, erkek vicdanı ve aklı olan hepimizin, bizi ayrıştıran kalıplardan kurtulup bir araya gelmesinin zamanı!

Pozitifte Kal

Kaybedeceğini anlayanlar, kaybetmekten korkanlar var. Bırak hata üzerine hata yapsınlar.

Ne olursa olsun pozitifte kal.

Yaşamak istediklerine odaklan.

Bilinç seviyesi yükseliyor. Fark et.

Yüklerinden kurtul, sadeleş.

Mümkün olduğunca temiz su iç.

Toprağa çıplak ayak bas.

Açık havaya çık; ufka bak, bulutları ve yıldızları seyret.

Güneşin doğuşunu, batışını izle.

Bu yaz güç topla.

Hazırlan.

Umut Var

Önce salgın, ardından gıda fiyatlarının yükselişi ile beraber kıtlık bilincinin tetiklenmesi…

İster bilinçli bir el tarafından organize edilsin ister doğal yolla gerçekleşsin zor zamanlardan geçiyoruz. Bu zorluklar kimilerini çaresizliğe itse de kimileri de daha adil, daha paylaşımcı, daha çevre dostu ve barışçıl bir dünya için kolları sıvamış durumda.

Burada en mühim olan farklılıklar yerine benzerliklere odaklanmak. Birbirimizi tehlike olarak görmekten vazgeçmek.

Bizi birbirimize düşürenlerin oyunu bozulursa savaş tehdidi ortadan kalkar. Silahlara, güvenliğe harcanan kaynaklar eğitime, sağlığa, bilime yönlenebilir.

Maskelerin düştüğü, kurumların yozluğunun ortaya çıktığı bu yıllar bildiğimiz insanlık tarihinin en büyük sıçrayışına bizi hazırlıyor.

Elon Musk enteresan bir karakter. Bir şekilde insanlığın gelişimine katkı sunuyor. İlk yıllarda büyük sermaye onu küçümsedi. Fakat uçuk gibi görünen hayallerini gerçekleştirme azminden o kadar korktular ki onlar da kendilerini yarışa katılmak zorunda hissettiler.

Tesla olmasa elektrikli otomobiller için daha ne kadar beklemek zorunda kalırdık acaba?

Elon Musk’ın Twitter’ı satın alması, platformu daha güvenilir hale getirme kararlılığı önümüzdeki günler için mühim bir adım. Devletlerin parasal olarak sıkıştığı, toplumsal sabırların tükendiği böylesi bir dönemde küresel olarak şeffaflığa her zamankinden daha çok ihtiyaç var.

IMF, Dünya Bankası satır aralarında küresel gidişatın mevcut kurumlarla yönetilemeyeceği mesajını veriyorlar. Kısaca yeni kurulacak küresel organizasyonlara işaret ediyorlar.

Peki bizler mevcut kurumlara zaten güvenmezken bu yeni kurumlara güvenmemiz için şartlar elverişli mi? İşte burada halkların küresel dayanışması, daha şeffaf ve adil yönetimler için baskı unsuru olması kilit önemde.

Teknoloji devletlerden bağımsız olarak geliştikçe, kendi finansal ekosistemini yarattıkça, haberleşme kanallarını açık tuttukça umut var demektir.

Bir Simülasyonun İçindeyiz

Uzun zamandır düşündüğüm bir şeyi Elon Musk dile getirmiş.

“İnsanlık bir bilgisayar oyununun içinde.”

Bu iddiayı en dikkat çekici şekilde Wachowski kızkardeşler Matrix(1999) filmiyle ekrana taşımıştı.

İnsan bedeni uzun yıllar önce bir müdahaleye uğramış olabilir mi? Şu anki gelişimimizi açıklayan ara türümüz henüz bulunabilmiş değil. Bizi diğer memelilerden ayıran büyük sıçrayışın evrimsel kanıtına bir gün ulaşacak mıyız? Yoksa daha zeki varlıklar tarafından modifiye edildiğimizi mi anlayacağız?

Beden çok karmaşık. Karşımızda çok akıllı bir yazılım olduğu sonucunu çıkaran bilim insanlarının sayısı her geçen gün artıyor. Evet doğru okudunuz yazılım. Zaten Elon Musk’ın göndermesi de tam bu yüzden.

Bu fikir aklıma ilk 33 yaşımda düşmüştü. Bir gün, kısacık bir an diliminde sanki içimde zipli-sıkıştırılmış bir dosya açılmış ve atalarımla ilgili birçok bilgi kendiliğinden akmış ve birleşmişti. Bilmiyorum belki de nöronlarım arasında köprü vazifesi gören bir bölüme elektrik ulaşmış ve böylece dağınık bilgileri birleştirebilmiştim. Ama işin tuhaf tarafı o bilgilerin en önemli bölümü, bilinçli zihnimde yer almıyordu. Doğru olduklarını araştırdıktan sonra öğrendim.

Üstüne bir de bir başka kişide, ruhun bedenin hakimiyetini, elinden kaçırabileceğini gözlemledim. Sonra anladım ki yıllar önce ben de böyle bir tecrübe yaşamış neyi neden yaptığımı anlamadığım saçma bir dönem yaşamıştım.

Korku, kıskançlık, nefret, utanç gibi çok kuvvetli hissedilen negatif duygular beden üzerindeki hakimiyetin kaybedilmesine yol açabiliyor ve direksiyona tam olarak adlandırmakta zorlandığım bir başka güç geçebiliyor. Zaten bu bilgi tüm kadim kitaplarda, felsefi öğretilerde, dini referanslarda, sanatta farklı şekillerde anlatılıyor.

Peki bu hayat bir oyunsa kimler, ne amaçla yazdı?

Ruhun insan bedeninde tekamül etmesini isteyenler kimler olabilir? Gelecekteki insan soylu nesillerimiz olabilir mi?

Bir diğer olasılık başka gezegenlerin hatta galaksilerin bir oyunu veya okulu olabilir miyiz?

Belki dünyaya ihtiyaçları var; niyetleri mavi küreyi emekli cenneti bir gezegen olarak kullanmak ama fiziksel yapıları bizim atmosfere uygun değil. İnsanı ehlileştirmeye çalışıyorlar ki ruhları bizim bedenlere transfer olduğunda barış ve neşe içinde, bolluk bilinciyle rahat rahat dinlenebilsinler. Kim bilir?

Bu ihtimalde Avatar olarak hazırlanan insansının, öncelikle ilkel hormonlarının ve güdülerinin etkisinden sıyrılmayı başarması gerekiyor. Milyonlarca yıllık beden hafızasını resetlemek pek de kolay bir iş olmasa gerek. Vahşi hayvanlar, soğuk, açlık, karanlık… Yabancı olan her şeyi tehdit olarak algılayan bir beyin.

Kısaca insan bedenleri bir nevi avatar. Ruh bir bedeni seçiyor veya bedene atanıyor. Muhtemelen öğrenmesi gereken bir ana dersi ve birkaç seçmeli dersi var.

Öncelikle geldiği beden, atalarının izlerini taşıyor. Bunlar sadece fiziksel özellikler değil nötürlenmemiş hisler, duygular, alışkanlıklar… Bir de anne karnında beden kayıt tutmaya yani programlanmaya başlıyor ve bu durum 5 yaşına kadar devam ediyor. Beyin her gördüğünü doğru olarak belleyip kaydediyor. Bilinç ancak o yaştan sonra aktif olarak devreye giriyor.

Beş yaşına kadar özgür ve korunaklı yetişmiş bir bilinç, doğal olarak sorgulamaya güvenle başlıyor. Tersi durumlarda ise sorgulama mekanizması ya devre dışı kalıyor ya da arızalı oluyor. Bugün bu durum insanlığın gelişimi için kritik önemde.

Bir sebeple insanlığın bu oyunu kazanmasını, tekamül etmesini istemeyen bir grup var. Belki onların görevi de insanlığı zora sokmak. Bunun içinde özellikle küçük yaştaki çocukları hedef alıyorlar ki sorgulama becerileri gelişmesin. Çünkü oyunun en önemli noktası özgür irade ile seçim yapmak. Özgür irade olmadan oyunu kazanmak mümkün değil.

İşte Elon Musk bu oyunun kurallarını çözdüğünü söylüyor? Ne dersiniz çözmüş olabilir mi?

Nasıl Bir Demokrasi

Yaşam biçimlerimiz elimizin altındaki telefonlarla inanılmaz bir şekilde değişti. Artık bilgi her an, her yerde. İletişim kurmak hiç olmadığı kadar kolay. Sağlık, eğitim, finans, ticaret tüm alanlar bu değişime ayak uydururken siyaset mekanizması yerinde sayıyor.

Demokrasi evet ama nasıl bir demokrasi? Kesinlikle daha katılımcı, daha şeffaf ve hesap sorulabilir.

Birinci soru

Artık bir milletvekiline dört sene boyunca bu kadar yetki vermeye gerek var mı?

İkinci soru

Bu kadar merkezi bir yapıya gerek var mı?

Üçüncü soru

Bağımsız milletvekili kavramı ön plana alınamaz mı?

Öneriler

Yerel yönetimler, şehrimizde veya ilçemizde alınacak kararlar için çok hızlı şekilde kamuoyu yoklaması yapabilir.

Tüm yönetimler yaptıkları işlerle ilgili halkı daha sık bilgilendirebilir.

Halk, kararların bir parçası oldukça toplu yaşama olan güveni artabilir.

Tüm yetişkinler, belli bir süre vatandaşlık görevi olarak kamuda hizmet verebilir. Bu yönetime katılımı arttırdığı gibi vatandaşlık bilincinin gelişmesine katkı sunabilir.

Kamuya güven arttıkça, vergilerin doğru şekilde hepimize hizmet olarak döndüğü görüldükçe vergi gelirleri artar. Herkes vergi verdikçe ve bundan adil olarak yararlandıkça toplumsal huzur ve refah yeşerir.

Tüm gelişmiş ülkelerde çağa uygun yeni yönetimler nasıl kurulabilir, neler denenebilir tartışılıyor. Özellikle gelişen teknolojinin bireysel özgürlüklerimiz üzerinde oluşturduğu tehditlerden nasıl korunabiliriz, çevre dostu ve ucuz enerji kaynaklarını nasıl arttırabiliriz ve bu kaynakları nasıl daha adil paylaşırız öne çıkan başlıklar.

İşin enteresan tarafı tehlikenin en çok farkında olanlar ve bu konuda kaynak ayıranlar yeni teknolojilerden para kazananlar. Para kazanıyorlar çünkü geleceği okuma yetenekleri var ve hem doğanın hem sömürülenlerin intikamının acı olabileceğinin farkındalar.

Gelecek Geldi

Aynı kısır tartışmalar pişirilip pişirilip önümüze konuyor. İnsanlık büyük bir dönüşümün içindeyken, eski model ezbere kamplaşan kitleler, yüksek tonlu atışmalar…

Ne işe yarıyor? Hiç, koca bir hiç. Sadece yerimizde sayıyoruz demek isterdim ama ne yazık ki hızla gerilere düşüyoruz.

İnsanlığın bunca badireden kurtulup hala dünya üzerinde yaşıyor olmasının temel sebebi adaptasyon kabiliyeti ve örgütlenebilmesi. Bugün bilim bize, geçmişte sayısını tam bilemedimiz kadar insan türünün aynı zamanda yeryüzünde yaşadığını gösteriyor. Neden tek türe düştük, bu tek baskın türün özelliği neydi? Dna’mızda hangi insan türlerinin kalıntılarını taşıyoruz? Tekrar büyük bir dönüşümün içindeyken ne kadarımız yola devam edebilecek? Aklı başında olan memleketler bunları düşünüp geleceği planlamaya çalışıyorken biz neler yapıyoruz?

Bu ülkenin acilen yeni bir beyaz sayfa açmaya ihtiyacı var. Özellikle son yüz elli yılımızı tarafsızca, ezberden çıkarak gözden geçirmemiz şart. Yüzyıllarca geniş bir coğrafyaya hükmettikten sonra elimizde kalanla, yeni bir cumhuriyet kurduk. Bunun ağır travmaları elbet olacaktı ama artık bir asır geçti aradan. Halı altına süpürdüklerimiz, görmezden geldiklerimiz, yıllardır düşmanlarımızın bize karşı kullandığı kozlar haline geldi.

Artık geçmişimizle hesaplaşma ve helalleşme zamanı. Sömürgecilerin saldırısı altında dağılan Osmanlı’dan, genç ve bir ülkü etrafında toplanmış modern bir Türkiye Cumhuriyeti yaratmak büyük bir başarıdır. Fakat her büyük başarıda olduğu gibi o kadar kısa zamanda, can havliyle var olma savaşı veren Cumhuriyet’in bazı hatalarının olması da kaçınılmaz.

Açıkça konuşmadığımız her konu çıkar çevreleri, cemaatler, yasadışı örgütler tarafından kullanılıyor ve çarpıtılıyor. Dürüstçe tarihimize bakmamız Türkiye Cumhuriyeti’ni zayıflatmak yerine sadece güçlendirir. Hatalarımızdan ders alarak daha güçlü yola devam etmemizi sağlar.

Geçmişin kavgalarını bitirip hızla geleceğe hazırlanma zamanı. Daha doğrusu gelecek kapımıza geldi. Zili çalıp duruyor ve bizi dışarıya, yeni bir çağa çağırıyor. Açıkça görünen o ki geçmişe takılmış tartışanlar zili duymazken kapıyı açıp, yeniye adım atmak kadınlara ve gençlere kısmet olacak. Yolumuz açık, yolculuğumuz keyifli olsun.